İngilizce içindeki sit ne anlama geliyor?

İngilizce'deki sit kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte sit'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki sit kelimesi oturmak, oturmak, (bir yerde) durmak, bulunmak, hiçbir şey yapmadan oturmak, öylece oturmak, tünemek, bulunmak, poz vermek, oturum yapmak, bakmak, bakıcılık yapmak, oturmak, oturtmak, oturtmak, sınava girmek, boş oturmak, rahatına bakmak, boş oturmak, arkasına yaslanmak, oturmak, (birisiyle) oturup konuşmak, karşısına alıp konuşmak, sınava girmek, imtihana girrmek, modellik yapmak, poz vermek, gözlemci olarak katılmak, oturma eylemi yapmak, (dinleyici olarak) bir toplantıya katılmak, üstünde oturmak, sessiz kalmak, katılmamak, dayanmak, doğrulmak, gözünü açmak, çocuk bakmak, bakmak, göz kulak olmak, mekik, aklına yatmak, dinlenme, oturarak yenen, oturmalı, oturma eylemi anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

sit kelimesinin anlamı

oturmak

intransitive verb (occupy a chair, etc.)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
I sat beside the window.
Pencerenin kenarında oturdum.

oturmak

intransitive verb (be seated)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Tell me where you'll be sitting so that I can find you easily.

(bir yerde) durmak, bulunmak

intransitive verb (be placed)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The glass is sitting on the table.
Bardak masanın üzerinde duruyor.

hiçbir şey yapmadan oturmak, öylece oturmak

intransitive verb (do nothing)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Don't just sit there and pout.

tünemek

intransitive verb (perch)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The hummingbird sat on a branch.

bulunmak

intransitive verb (lie, be situated) (bir yerde)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
London sits on the River Thames.

poz vermek

intransitive verb (pose)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Helen is going to sit for a picture.

oturum yapmak

intransitive verb (be in session) (meclis, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Parliament is sitting now.

bakmak, bakıcılık yapmak

intransitive verb (informal (baby-sit) (bebek, çocuk)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
Mr. and Mrs. Brown asked Julie to sit for their son.

oturmak

intransitive verb (clothing: fit) (giysi)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
That coat sits very well on you.

oturtmak

transitive verb (cause to sit)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
She sat her baby in his high chair so that she could prepare the lunch.

oturtmak

transitive verb (seat, provide seating)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
The usher sat us in the front row.

sınava girmek

transitive verb (UK (take: an exam)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm sitting my proficiency exam next week.

boş oturmak

phrasal verb, intransitive (be idle, lounge about)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

rahatına bakmak

phrasal verb, intransitive (figurative (relax, rest)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
You just sit back and let me do the cooking.

boş oturmak

phrasal verb, intransitive (figurative (do nothing, be idle)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I refuse to sit back and let this happen.

arkasına yaslanmak

phrasal verb, intransitive (lean backwards in one's seat)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

oturmak

phrasal verb, intransitive (seat yourself)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She asked me to sit down beside her.

(birisiyle) oturup konuşmak, karşısına alıp konuşmak

(figurative (enter negotiations with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
In 1993 the Israelis sat down with the PLO in Oslo; the treaty was signed in Washington.

sınava girmek, imtihana girrmek

phrasal verb, transitive, inseparable (US (take: an exam)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'm sitting for my A-level exams next month.

modellik yapmak

phrasal verb, transitive, inseparable (pose for: an artist)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My great-great-grandmother sat for several Impressionist painters.

poz vermek

phrasal verb, transitive, inseparable (pose for: photograph, portrait)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When the family sat for a formal photo, it was impossible to get all five children to keep still.

gözlemci olarak katılmak

phrasal verb, intransitive (attend as an observer)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I could not participate, but I was able to sit in as a silent observer.

oturma eylemi yapmak

phrasal verb, intransitive (US (occupy a place in political protest)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
To protest the changes, the students will sit in at the administration building today.

(dinleyici olarak) bir toplantıya katılmak

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (observe, be present at)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I was allowed to sit in on the meetings, but with neither voice nor vote. You may sit in on university courses if you pay an auditor's fee.

üstünde oturmak

phrasal verb, transitive, inseparable (seat oneself on)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

sessiz kalmak

phrasal verb, transitive, inseparable (figurative, informal (keep silent about, not divulge)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My conscience will not let me sit on this crime.

katılmamak

phrasal verb, transitive, separable (not take part in)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He sat out that game but will play the next one.

dayanmak

phrasal verb, transitive, separable (figurative (endure) (sonuna kadar)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

doğrulmak

phrasal verb, intransitive (rise into seated position)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When her mother entered the room, the girl sat up.

gözünü açmak

phrasal verb, intransitive (figurative (become alert)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The announcement made me sit up and take notice.

çocuk bakmak

intransitive verb (watch over [sb] else's child)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
When I was a teenager, I used to babysit to make some money. Paul and I are going out to dinner tonight, so we've asked the children's auntie to babysit.

bakmak, göz kulak olmak

transitive verb (watch over: [sb] else's child) (çocuğa, bebeğe)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I asked my mother to babysit Tom for me so that I could work an extra shift.

mekik

noun (type of physical exercise)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
We had to do fifty sit-ups every afternoon during our training.

aklına yatmak

verbal expression (colloquial (be accepted)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This situation doesn't sit well with me.

dinlenme

noun (UK, informal (rest)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I'm worn out after mowing the lawn; I think I'll have a sit-down before I start making dinner.

oturarak yenen

adjective (meal: eaten sitting down) (yemek)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Audrey always tries to have a proper sit-down lunch, instead of just grabbing a sandwich and eating it standing by the kitchen counter.

oturmalı

adjective (restaurant: dine-in)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
I'm tired of being on the road; let's stop at a sit-down restaurant instead of going to a drive-through.

oturma eylemi

noun (occupying a place in protest)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The students staged a sit-in to protest about the increase in tuition fees. There were sit-ins at several universities to protest the Vietnam War.

İngilizce öğrenelim

Artık sit'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

sit ile ilgili kelimeler

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.