İngilizce içindeki and ne anlama geliyor?
İngilizce'deki and kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte and'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.
İngilizce içindeki and kelimesi ve, ile, ile, ki, ve sonra, artı, ile, ve, -ca, -ce, -e karşılık, ayrıca, beklenilenin üzerinde, toplamak, herşey bittikten sonra, tekrar tekrar, yaşları arasındaki, sağlıklı, birleştirmek, arasında gidip gelmek, sıra ile yapmak, karıştırmak, birleştirmek, birleştirmek, bu nedenle, bu sebeple, falan filan, vesaire vesaire, ve benzeri/diğerleri, ve benzeri, hemen sonra, sanat ve el sanatları, Sanat ve El Sanatları, ileri geri, bir ileri bir geri, söz dalaşı, laf dalaşı, ileri geri, kapsamlı olarak, pansiyon, oda ve kahvaltı, laf aramızda, söz aramızda, siyah beyaz resim, siyah beyaz, bariz, polis aracı, siyah-beyaz fotoğrafçılık, alçalıp yükselmek, hem...hem de, hem...hem de, hem...hem de, yay ve ok, tereyağlı ekmek, ekmek teknesi, ekmek parası, temel, kendini tutamayıp ağlamak, tuğla ve harç, tuğla ve harçtan yapılmış, fiziksel, birazdan, sonunda, genelde, genellikle, genel olarak, üç renkli, sebep sonuç, neden sonuç, sebep ve sonuç, güçler ayrılığı, çarpıştırmak, (birbirine) katmak, eklemek, gelip gitmek, gelip gitmek, gelip geçici olmak, bir araya getirmek, karşılaştırma yapmak, kıyaslama yapmak, kopyala ve yapıştır, ilişkilendirmek, Amerikan folk müziği, country müzik, melezleştirmek, melezlemek, yemin ederim ki, Allah canımı alsın ki, kesmek ve yapıştırmak, önceden planlanmış, gece gündüz, ölüp gitmiş, bitmiş, sona ermiş, ölüp gitmiş, çoktan ölmüş, alacaklar ve borçlar, seçim yapmak, arasında ayrım yapmak, ayırt etmek, birbirinden ayırmak, ayırmak, makas yaparak gitmek, vahim durum, kurallar, kaideler, çift kişilikli kimse, birbirine benzetmek, tüm, bütün, tümü, hepsi, tamamı, gelgit, met cezir, iniş çıkış, AHÖKM, acil servis, eşit görmek, arada bir, ara sıra, arada sırada, çok ender, ince çizgi, öncelikle, en önemlisi, kızarmış balık ve patates, ayarlamak, insanlık, akraba, sonsuza dek, sonsuza kadar, ebediyen, ilelebet, affetmek ve unutmak, hareketli, enerjik, birleştirmek, enerji anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.
and kelimesinin anlamı
ve, ileconjunction (as well as) (bağlaç: Kendi başına bir anlam taşımayan, cümlede eş görevli sözleri ve cümleleri birbirine bağlayan sözcüktür (örnek: "kitabı aldı, fakat geri vermedi").) I bought beer and wine. Marketten bira ve şarap aldım. |
ileconjunction (with) (bağlaç: Kendi başına bir anlam taşımayan, cümlede eş görevli sözleri ve cümleleri birbirine bağlayan sözcüktür (örnek: "kitabı aldı, fakat geri vermedi").) I'd like some strawberries and cream. |
kiconjunction (as a result) (bağlaç: Kendi başına bir anlam taşımayan, cümlede eş görevli sözleri ve cümleleri birbirine bağlayan sözcüktür (örnek: "kitabı aldı, fakat geri vermedi").) Try harder and you will succeed. Daha sıkı çalış ki başarılı olasın. |
ve sonraconjunction (then) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I got dressed and went downstairs. Giyindim ve sonra aşağıya indim. |
artıconjunction (mathematics: plus) (matematik) Two and two make four. |
ileconjunction (giving alternatives) (bağlaç: Kendi başına bir anlam taşımayan, cümlede eş görevli sözleri ve cümleleri birbirine bağlayan sözcüktür (örnek: "kitabı aldı, fakat geri vermedi").) I have to choose between walking and driving. |
veconjunction (at the same time) (bağlaç: Kendi başına bir anlam taşımayan, cümlede eş görevli sözleri ve cümleleri birbirine bağlayan sözcüktür (örnek: "kitabı aldı, fakat geri vermedi").) This will make you warm and comfortable. |
-ca, -ceconjunction (repeating for emphasis) She walked miles and miles. Kilometrelerce yürüdü. |
-e karşılıkconjunction (as opposed to) (bağlaç: Kendi başına bir anlam taşımayan, cümlede eş görevli sözleri ve cümleleri birbirine bağlayan sözcüktür (örnek: "kitabı aldı, fakat geri vermedi").) There are teachers, and then there are teachers! |
ayrıcaconjunction (another thing) (bağlaç: Kendi başına bir anlam taşımayan, cümlede eş görevli sözleri ve cümleleri birbirine bağlayan sözcüktür (örnek: "kitabı aldı, fakat geri vermedi").) The police have studied the evidence and I understand they have charged someone with the crime. |
beklenilenin üzerindepreposition (figurative (more than expected) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) She always goes above and beyond what is expected of her. |
toplamaktransitive verb (mathematics: calculate total) (matematik) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) If you add one and six, the total is seven. |
herşey bittikten sonraexpression (ultimately) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) After all is said and done, the decision to have a baby is a personal one. |
tekrar tekraradverb (repeatedly) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) When you practice you must do the same thing again and again. |
yaşları arasındaki(in a given age range) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) This program is designed for young people aged from 18 to 25. |
sağlıklıadjective (colloquial, figurative (in good health) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) It's my father's 98th birthday, and he's still alive and kicking. |
birleştirmektransitive verb (join together) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The continuing crisis allied the two nations and strengthened their relationship. |
arasında gidip gelmek(switch between options) (seçenekler, vb.) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) In some spas, people alternate between hot and cold baths. |
sıra ile yapmaktransitive verb (cause to change by turns) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) In this part of the song, we will alternate playing loudly and and playing softly. |
karıştırmaktransitive verb (blend, mix) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Brass is obtained by amalgamating copper and zinc. Pirinç, bakır ve çinkonun karıştırılmasıyla elde edilir. |
birleştirmektransitive verb (combine) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We workers will have greater power if we amalgamate our two main unions. İki sendikayı birleştirdiğimiz zaman işçiler olarak daha fazla güce sahip olacağız. |
birleştirmektransitive verb (business, etc.: merge) (şirket, vb.) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) |
bu nedenle, bu sebepleadverb (therefore) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The student did not turn in his final research paper, and so he earned a failing grade for the course. |
falan filan, vesaire vesaireadverb (et cetera) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I had to fill in a form with my name, address, and so forth. |
ve benzeri/diğerleriadverb (et cetera) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Victims of the disaster urgently need drinking water, food, medical supplies, and so on. |
ve benzeriexpression (and similar) There are a lot of waterfowl out on the lake—mergansers, geese, coots, and the like. |
hemen sonraconjunction (immediately afterwards) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) We'll finish painting, and then we'll eat dinner. |
sanat ve el sanatlarıplural noun (fine arts, handicrafts) (çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder.) Being a mother of ten children, Madeline learned to love arts and crafts. |
Sanat ve El Sanatlarınoun as adjective (of fine arts, handicrafts) (sanat akımı) William Morris was a prominent textile designer of the Arts and Crafts movement at the end of the nineteenth century. |
ileri geriadverb (move: to and fro) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) The little girl rocked back and forth on the swing. |
bir ileri bir geriadjective (movement: to and fro) (hareket) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) It is relaxing to sit on the beach and watch the back-and-forth motion of the waves. |
söz dalaşı, laf dalaşınoun (informal (conversation) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Rebecca could hear the back and forth of a conversation outside her window. |
ileri geriadverb (to and fro) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I've spent the whole day rushing backwards and forwards. |
kapsamlı olarakadverb (US, figurative (thoroughly) (mecazlı) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Ed searched the records backwards and forwards. |
pansiyonnoun (small guesthouse) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I like to stay in a bed and breakfast instead of in a big hotel. |
oda ve kahvaltınoun (uncountable (lodging with morning meal) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Several houses in this village offer bed and breakfast. |
laf aramızda, söz aramızdaadverb (confidentially, in confidence) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Between you and me, I think Stella has fallen in love with him. |
siyah beyaz resimnoun (grayscale) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He asked the director why she had chosen to use black and white for her movie. |
siyah beyazadjective (in grayscale) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Black-and-white photography relies on composition rather than color. |
barizadjective (figurative (clear, defined) (mecazlı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The situation may seem very black and white to you, but actually it's more complicated. |
polis aracınoun (US, informal (police car) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
siyah-beyaz fotoğrafçılıknoun (taking photos without colour) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) He specialized in black-and-white photography. |
alçalıp yükselmekintransitive verb (used in compounds (move up and down: on water) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The toy boat bobbed along on the surface of the lake. |
hem...hem deadjective (one and the other: person) (kişi) Both he and his brother are left-handed. |
hem...hem deadverb (equally) He's both tall and handsome. |
hem...hem deconjunction (equally) She's admired both for her kindness and for her talent. |
yay ve oknoun (archery: weapon) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The crossbow replaced the bow and arrow as a weapon. |
tereyağlı ekmeknoun (bread with butter spread on it) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) A glass of milk with bread and butter for breakfast is the best. |
ekmek teknesi, ekmek parasınoun (informal, figurative (livelihood) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Cooking is his bread and butter; he's a chef. |
temeladjective (informal, figurative (staple, basic) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) |
kendini tutamayıp ağlamakverbal expression (burst into tears) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Helen broke down and cried when she heard the sad news. |
tuğla ve harçplural noun (building materials) (yapı malzemeleri) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) We can either erect a fence around the garden or build a wall with bricks and mortar. |
tuğla ve harçtan yapılmışnoun as adjective (made of bricks and mortar) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Most houses here are stick-built, but in countries where wood is expensive, they're bricks-and-mortar buildings. |
fizikselnoun as adjective (figurative (existing physically: not virtual) (fiziksel olarak var olan, mecazlı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) It's so easy to buy books on the internet but I prefer browsing in a bricks-and-mortar store on the High Street. |
birazdanadverb (in a while) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) |
sonundaadverb (eventually) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Be patient! I'll get around to it by and by. |
genelde, genellikle, genel olarakadverb (in general, on the whole) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Not everything about my job is good, but by and large, I enjoy it. |
üç renklinoun as adjective (cat: with colored markings) (kedi) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The cat gave birth to one calico kitten and two white. |
sebep sonuç, neden sonuç, sebep ve sonuçnoun (principle of causality) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The law of cause and effect (Karma) is an important principle in Buddhism. |
güçler ayrılığıplural noun (system: self-regulation) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) There are many checks and balances in the system to ensure the minimum number of errors. |
çarpıştırmaktransitive verb (smash two things together) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Scientists collided the particles in a reactor. |
(birbirine) katmak, eklemek(add together) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Combine the sum from this column with the sum from that column to get the total. |
gelip gitmekverbal expression (walk to and fro) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) During recess the students are allowed to come and go as they please. |
gelip gitmekverbal expression (be intermittent) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) The wireless reception is unreliable here, my connection keeps coming and going. |
gelip geçici olmakverbal expression (be fleeting) (geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").) As the Great Depression taught us, financial security can come and go. |
bir araya getirmektransitive verb (merge, bring together) (iki şeyi) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) It is important to try not to conflate real people and stereotypes. |
karşılaştırma yapmak, kıyaslama yapmaktransitive verb (show differences) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Let me contrast the correct and incorrect posture for this dance. |
kopyala ve yapıştırtransitive verb (copy data and insert it elsewhere) It's easy to copy and paste text to move it from one part of your document to another. |
ilişkilendirmektransitive verb (relate two or more things) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) Scientists can correlate brain activity and eye movement. |
Amerikan folk müziği, country müziknoun (pop music style of western US) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Garth Brooks dominated country music in the 1990's. |
melezleştirmek, melezlemektransitive verb (hybridize) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) The biologist was trying to cross a rose and a lily. |
yemin ederim ki, Allah canımı alsın kiinterjection (infantile (promise) (ünlem: Üzüntü, sevinç, korku, kızgınlık, şaşkınlık gibi duyguları belirtir veya bir kimseyi çağırmak için kullanılır.) Mum, I'll clean my room in the morning. Cross my heart and hope to die! |
kesmek ve yapıştırmakverbal expression (move: text on screen) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) To cut and paste text, first highlight the text you wish to move. |
önceden planlanmışadjective (figurative (already decided or prepared) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) The suspect offered the police a cut-and-dried explanation of his activity on the night of the crime. |
gece gündüzadverb (all the time) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Edgar's been working day and night to get the house ready in time. |
ölüp gitmişadjective (dead, deceased) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) I remember my fourth grade teacher, but she's long since been dead and buried I'm sure. |
bitmiş, sona ermişadjective (no longer in effect) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) That law is dead and buried. |
ölüp gitmiş, çoktan ölmüşadjective (dead, deceased) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Cyril has been dead and gone for over twenty years now. |
alacaklar ve borçlarplural noun (expenditures and income) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The first stage in creating accounting records is to record debits and credits. |
seçim yapmak(choose from among) (iki şey arasında) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I couldn't decide between the two dresses, so I bought both. |
arasında ayrım yapmak(see difference) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) It can be hard to differentiate between a severe panic attack and a heart attack. |
ayırt etmek, birbirinden ayırmak(differentiate between things) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) It's hard to discriminate between the individual cells. |
ayırmak(know the difference) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) I can't distinguish between the black and the dark brown. |
makas yaparak gitmekverbal expression (weave in and out) (trafikte) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) The car was speeding along the busy road, dodging in and out of the traffic. |
vahim durumnoun (informal (pessimistic outlook) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
kurallar, kaidelerplural noun (informal (rules and regulations) Here's a useful list of dos and don'ts for keeping tropical fish. |
çift kişilikli kimsenoun (figurative (person: alternately good, evil) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) I'll never marry him! In public, he's Dr. Jekyll, but behind closed doors, he's Mr. Hyde. |
birbirine benzetmekverbal expression (identify as being similar) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) We can draw a parallel between restrictions on law making powers of the earliest British Parliaments, and that of the modern European Parliament. |
tüm, bütünadjective (all) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) You need to check each and every quotation for word-for-word accuracy. |
tümü, hepsi, tamamıpronoun (all) (zamir: İsmin yerini geçici olarak tutabilen, isim gibi kullanılabilen, isim soylu sözcüktür (örnek: "kitabı gördün mü? > bunu gördün mü?").) Each and every one filed in and sat down. |
gelgit, met cezirnoun (tidal movement) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The boats move gently at their moorings in response to the ebb and flow of the tide. |
iniş çıkışnoun (figurative (fluctuations) (mecazlı) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Consumer spending on such products tends to follow the ebb and flow of the economy. |
AHÖKMnoun (initialism (European Centre for Disease Prevention and Control) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
acil servisnoun (hospital: casualty department) (hastane) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) The ambulance took the injured man to the emergency room. The casualty department was filled with victims of the accident. |
eşit görmektransitive verb (consider equal) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) How can you equate wealth and moral authority? |
arada biradverb (occasionally) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) I love a take-away curry every now and again. |
ara sıra, arada sıradaexpression (informal (occasionally) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Every now and then, a stray cat comes into our yard. |
çok enderadjective (colloquial (rare) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) These days, public telephone boxes are few and far between. |
ince çizginoun (figurative (little distinction) (iki şey arasındaki) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) There's a fine line between genius and insanity. |
öncelikleadverb (primarily) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) First and foremost, let's review the minutes from last week's meeting. |
en önemlisiadverb (above all else) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) What parents want, first and foremost, is for their child to be happy. |
kızarmış balık ve patatesnoun (UK (British fried meal) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Fish and chips is a common Friday-night meal in the UK. |
ayarlamakverbal expression (informal (pair romantically) (romantik ilişki için) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Joan is trying to fix me up with one of her single friends. |
insanlıknoun (human body, human nature) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
akrabanoun (relative, offspring) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) |
sonsuza dek, sonsuza kadar, ebediyen, ilelebetadverb (for eternity) (zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu").) Charles promised to love Lucy for ever and ever. |
affetmek ve unutmakverbal expression (be reconciled) (fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.) Rather than simply forgive and forget, Nicholas became more and more angry. |
hareketli, enerjikadjective (figurative, vulgar, slang (person: energetic, lively) (kişi, mecazlı) (sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.) Well, aren't you full of piss and vinegar today! Why so enthusiastic? |
birleştirmektransitive verb (join) (geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").) This film fuses horror and humour to provide both frights and laughs. |
enerjinoun (slang (energy, motivation) (isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.) Alan has plenty of get up and go, and is always busy with some new project. |
İngilizce öğrenelim
Artık and'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.
and ile ilgili kelimeler
Eş anlamlılar
İngilizce sözcükleri güncellendi
İngilizce hakkında bilginiz var mı
İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.